top of page
  • Writer's pictureŞafak Göktürk

TÜRKİYE NEREYE?

· Türkiye, jeopolitik kırılmanın girdabındadır.

· Bu, mukadder değildi, arzulanmazdı, ama oldu.

· Bu akıbet kimseyi şaşırtmamalı.

· 24 Şubat, Avrupa jeopolitiğinin dönüştüğü, yolaçtığı dalgalanmanın da küresel ölçekte sonuçları olacak (şimdilik enerji ve gıda darboğazını gördük) bir dönüm noktasıdır. Bu tespit, artık farklı siyasi konumlanmaları kapsayan geniş kesimler tarafından paylaşılıyor.

· Ayrışmalar, bu noktadan sonra başlıyor.

· Demokratik ülkeler, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal hamlesinin bu ülkenin sınırlarının çok ötesinde yaşamsal bir sınama oluşturduğunu kısa sürede idrak ettiler. Rusya'nın saldırısı, meşru güvenlik ihtiyacıyla açıklanamayacak boyut ve nitelikteydi.

· Rusya, kendisine hak bildiği coğrafi kesintisizlik menzilinde devletlerin egemenliğine, demokratik yönelime, kısaca özgürlüğe yaşam şansı tanımadığını gösterdi. Avrasya'nın bakiyesindeki demokrasilerin de bunu bilerek hareket etmelerini istedi. Bu işi de, Çin'den kabaran ümidiyle, ABD'yi dizginleyerek yapmanın yolunu aradı. Olmadı.

· Olmadı, çünkü demokrasiler, özgürlük ve eşitlik hukukuna tabi halklardan oluşur. Bu, o denli zor edinilmiş ve değerlidir ki, kendilerine yaşamsal tehdit gördüklerinde, yaşamın doğal akışındaki görüş ve menfaat farklılıklarının üzerine çıkarlar. Otokratik/diktatoryal zihinlerin bu refleksi anlamaları mümkün değildir. Özgürlüğü anlamayan, ona değer vermeyen zihin, onu ezebileceğini, en fazla satın alabileceğini zanneder.

· Demokrasiler böylelikle iyi bir sınav veriyorlar. Çünkü, tehdit de, kendi durdukları yer de belli.

· Peki ya Türkiye? Tehdit belli. Durduğu yer belli mi?

· İktidar, İslamcı/dar milliyetçi bir ittifak. İslamcı ideolojiye göre -günlük söylemlerinin tersine- demokrasi, “Hristiyan Batı"nın bir ürünüdür. Demokrasi ve hukuk devletinin doğuşunun Batı Avrupa'da gerçekleşmesi ve bunun Müslüman coğrafyada yaşanmaması onlar için yeterli çıkış noktasıdır. Avrupa'da hak ve özgürlük mücadelesinin mutlakiyet-kilise tahakkümüne karşı verilmiş olduğunu görmezler bile. Evrensel haklar, din süzgeci dışında, boştur onlar için.

· Batıya allerjileri kurumlarını da kapsar. Kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi'nin, adı üyesi olmadığımız AB ile karıştırılmak suretiyle de ötekileştirilmesi, anayasal bağlayıcılığı olan AİHM kararlarına uyulmaması, hatta bunların Batı dayatması diye reddedilmesi uzunca bir süredir olağan haber niteliğindedir. O zaman, üyesi olduğumuz NATO'nun ötekileştirilmesi de olağanlaşıyor.

· Aslında, bu “olağanlaşma"lar, Türkiye'de dozu ve kapsamı giderek artan olağanüstülüğün göstergeleri. İktidarın izlediği yolun ne olduğu üzerinde gerek onu destekleyenlerin gerek muhalefettekilerin herhangi bir tereddüdü kaldı mı?

· İşte, Finlandiya ve İsveç'in NATO üyeliğine başvurmalarının Türkiye bakımından ne ifade ettiği ve hükûmetin tutumunun neye işaret ettiği yukarıda özetlenen ulusal ve uluslararası arka plan üzerinde anlamlandırılmalıdır.

· Uluslararası çerçevede, bu iki ülkenin uzun tarafsızlıklarını bırakarak NATO siyasi ve askeri ittifakına katılmayı seçmeleri, jeopolitik kırılmanın doğrudan bir yansımasıdır. İttifak'ın, kuzey coğrafyasında askeri kapasiteleri yüksek bu ülkelerle güçlenmesi, bir müttefik olarak Türkiye'nin güvenliğini de pekiştirir.

· Diğer taraftan, Türkiye’nin, özellikle İsveç'in bölücü terör örgütü ve uzantılarına müzahir tutumundan rahatsızlık duyması ve NATO üyeliği sözkonusu olunca, onlardan Türkiye'nin güvenliği adına dayanışma ve işbirliği beklemesi meşrudur.

· Ancak, yöntem olarak, hem de bugünkü koşullarda, NATO dayanışmasında gedik açılması geri teper. Bunu, olağan bir pazarlık süreci olarak görmek hata olur.

· Türkiye'nin güvenlik kaygılarına ABD ve diğer bazı müttefiklerimizin her zaman duyarlı davranmadığı gerçektir. Ancak, bunu değiştirmenin yolu İttifak'ın varlık reflekslerinin sorgulanması değil, tersine, işleyişinde ağırlığımızın konulmasıdır.

· Kendimizle ilgili gerçeklere de burada işaret edilmelidir. NATO, kurucu Vaşington Antlaşması'nda vurgulandığı yönde demokrasi, bireysel haklar ve hukuk devleti ilkeleri üzerine bina edilmiştir. Türkiye'nin bu zemin dışına kaymasının İttifak içinde yansımalarının olduğunu kabul etmek gerekir.

· Demokratik hukuk devleti normları temelinde güvenle hareket eden bir Türkiye'nin NATO’da ve genel olarak demokratik ülkeler camiasında varlığı çok daha belirgin, sesi de çok daha etkili olur.

· Bugün tersi sözkonusu. O takdirde, iki Nordik adayın başvurusu nereye varır? Hükûmet’ten gelen ve kapının kapatıldığı izlenimini uyandıracak kadar sert ifadeler de içeren mesajlara rağmen, ilerleyen süreçte tarafları bağdaştıran bir formül bulunması galip ihtimaldir. Bu tahminimi, Türkiye'nin, adayların ve müttefiklerimizin gözardı edemeyecekleri jeopolitik gerçeklere dayandırıyorum.

· Ancak, şimdilik “galip olmayan" ihtimal de vardır. Türkiye - içeride ve dışarıda – çifte olağanüstülük yaşamaktadır. Ekonominin eridiği, çok kasvetli bir seçim atmosferinde ilerlendiği ve iktidarın kaybetmeme adına daha neler yapabileceğini hesapladığı iç süreç, Ukrayna'da savaşın zamana yayılmaya başladığı ve buna bağlı olarak Rusya'nın, yanında ve yakınında duran ülkelerle ekonomik, siyasi, askeri yeni arayışlara gireceği dış perspektifle örtüşmektedir.

· Demokrasiden savrulma, jeopolitik kırılmada muadil paydalarla buluşabilir. Dilerim, bugün iki Nordik ülkenin NATO'ya adaylığı üzerinden yaşananlar böyle bir yönelimin ilk işareti değildir.

· Demokrasi, Türkiye için bir tercih değildir. Bir varoluş ve güvenlik koşuludur.

2 views0 comments

Comments


bottom of page