top of page
  • Writer's pictureŞafak Göktürk

SEÇİM YAKINLIĞI MI, YAKINLIĞIN SEÇİMİ Mİ?

Updated: Oct 10, 2023

Türkiye’de seçimlere uzanan bir kaç aylık süreç, dış politikanın denklemdekiağırlığını artıracak.

Bunun ilk işaretlerini alıyoruz. NATO adayları İsveç ve Finlandiya’yla suhuletleyürütülen görüşmelerin yerini, İslamofobik eylemler üzerine kınamalar aldı. Dışarıda da sertleşmeden medet umanlar var. Görünen o ki, bu iki ülkenin İttifak'aüyeliklerinin TBMM'de onayı seçimlerden önce gerçekleşmeyecek. FinlandiyaDışişleri Bakanı esasen bu durumu dikkate alarak gerçekçi bir açıklama yaptı.

İktidarın Avrupa’da yürütmeye hazırlandığı propaganda çalışmalarının, bu konudaönceden tecrübeleri olan Almanya ve Hollanda başta olmak üzere devletlerişimdiden önlem almaya yönelttiği gözleniyor.

ABD ile tıkanık ilişkiler, iki Nordik ülkenin bir an önce NATO’ya katılmalarıbeklentisinin karşılanmaması ışığında daha da koyulaşıyor. Yeni F-16’ları dahabekleyeceğiz. Halkbank muhakeme süreci ve buna Hükümet’in gösterebileceğidolaylı tepkiler de hesaba katılmalı. Hükümet’in öncelikle S-400 kararınınzincirleme sonucu olarak, Ege semalarında denge Yunanistan lehine değişmektedir.Yunanistan’ın, bunun tadını tahrikkar şekilde özellikle bu dönemde çıkarmakararlılığında olduğunu da görüyoruz.

Hükümet’in sınır komşumuz Suriye’yle ilişkilerin yeniden tanzimini Moskovaüzerinden deneme icadı, korkarım Beşar Esad’ı seçimlerden önce görüşmemasasına getirmeye yetmeyecek. Kamuoyuna mal olmuş Suriyeli sığınmacılarsorununa, nutuklar dışında, bir perspektif de sunulamayacak. Ancak bu manevra, Rusya’yla ilişkilerimizde dengesi aleyhimize çoktan bozulmuş karşılıklıbağımlılığı daha da girift kılacak.

İşte tam da can alıcı nokta burası. İktidarın Rusya ile 2016’dan bu yana sürdürdüğüyakınlaşmayı jeopolitik gereklilik ya da karşılıklı fayda üzerinden açıklamayakalkmak büyük ölçüde havada kalır. Bu iki faktör, Türkiye’nin bu büyük kuzeykomşusuyla ilişki pusulasında, Soğuk Savaş dönemi dahil, her zaman yol göstericiolmuştur. Ancak, ikili ilişkilerimiz hiç bir zaman sistemik menzil içinegirmemiştir. Şimdi bu oluyor. Bunun buluşma noktası da iki ülkenin liderleriarasındaki ilişkidir.

Bugün Rusya’yla ilişkiler, ikili gündemin ötesinde, müttefiklerimizle ilişkilerimizenazaran ve kıyasla yürütülüyor. Bu, demokrasi ve hukukun üstünlüğü temelindebirarada bulunduğumuz müttefik ve ortaklarımızla ilişkilerimizin özündensoyutlandığı, al-vere indirgendiği ortamda, Rusya’yla maddi alış-veriş bağınınotokratik varoluş paydasına zemin oluşturduğu ve bunu takviye ettiği bir süreçteilerliyor.

Ayrıca, Rusya’nın yaklaşık bir yıl önce Ukrayna’ya saldırısıyla yaşanan jeopolitikkırılma, müttefiklerimizden farklı olarak, Türkiye bakımından bir ikilem yarattı.Türkiye, güvenlik ve savunma ile yönetişim bakımlarından kendisini fay hattınıniki tarafına bölünmüş buldu. Bu, sürdürülebilir değildir. Bir taraf ağır basacaktır. Rusya’yla ilişkiler, Hükümet’in rejim yöneliminin turnusol kağıdı olmaya adaydır.

İşte, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri bu ikileminçözülmesinde de işlevsel olacaktır. Ancak, şimdiden seçimlerin sonuçlarına değil, sürece odaklanılmasında sayısız yarar bulunmaktadır. Zira, hemen tüm sağlıklıkamuoyu yoklamaları, bir tarafta tekelleştirdiği devlet gücüyle hareket eden iktidarkoalisyonu ile diğer tarafta doğal olarak geniş bir siyasi yelpaze boyuncasıralanmış muhalefetin oluşturmakta olduğu altılı ittifak arasında halen yaklaşık birgüç dengesinin sürdüğünü göstermektedir. Önümüzdeki aylarda ve seçim günükarşılaşılması beklenen baskı ve müdahaleler Hükümet’in iktidarını korumasınayine de yetmeyebilir. Altılı ve sol ittifaklarda yer alan muhalefet bileşenleri henüzkampanya anlamında ve adaylarıyla, sahaya da çıkmamışlardır. İktidar tarafı, muhalefetin kampanya dinamizmini de hesaba katacak, varoluşsal mücadelesindelehine kullanabileceği iç ve dış bütün faktörlerin kümülatif etkisinden medetumacaktır.

Rusya’yla ilişkiler bu faktörlerden biridir. Bu tabloda, yirmi milyar Dolartutarındaki enerji girdisi alım borcumuzun ertelenmesi görüşmeleri münferit birgelişme değildir. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliklerinin sürüncemedekalması, NATO müttefiklerimizin ikili düzeyde ve gruplar halinde bu ülkeleresavunma güvencesi vermiş olmaları karşısında Rusya’ya pek rahatlık sağlamasada, kendi bakımından yine de iyi bir sonuçtur. Bunu pekala Türkiye’nin kendisinedolaylı desteği olarak da görüyor olabilir. Esasen, Cumhurbaşkanı’nın geçenEylül’de Sırbistan’ı ziyaretinde Ukrayna savaşı bahsinde Batı’yı açıkça eleştirenifadelerinden (‘’Batı’nın takındığı tavrı doğru bulmadığımı çok açıksöyleyebilirim. Zira tahrik üzerine kurulu politika güden bir Batı var. Böyle birsavaşı tahrik üzerine yürütmeye gayret ettiğiniz sürece oradan netice almak da mümkün olmayacaktır’’) bu yana söyleminin adım adım Rusya’ya doğruyumuşadığı biliniyor. Cumhurbaşkanı’nın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyeolunmasını gönülden istediği de sır değil.

Kaldı ki, Türkiye’de seçimlere uzanan aylar içinde, Ukrayna’daki savaşta daönemli gelişmeler yaşanabilir. Askeri uzmanlar, iki taraf bakımından da Bahar taarruzu hazırlığına işaret etmektedirler. Ukrayna’nın ABD ve Avrupa’dan şimdiyekadar sağladığı silah sistemlerinin yanısıra artık Leopard 2 ve Abrams tanklarını da edinecek olmasının muharebe alanında belirgin bir fark yaratabileceğideğerlendirilmektedir. Arazide kapsamlı bozgunu göze alamayacak Rusya’nın,nükleer kılıç şakırdatma dahil, krizi tırmandırma yöntemleriyle NATO’yu radikalkararlar almaya zorlaması Bahar senaryolarının kapsamında düşünülmelidir. Türkiye’de Hükümet, keskin tercihini seçim sürecinin durumundan bağımsızdeğerlendiremeyebilir.

Hükümet dış politikada çok uzun süre neredeyse dikensiz bir gül bahçesininkeyfini sürdü. Muhalefet, hükümetin çatışma öğesi içeren dış politika hamlelerini, genellikle, dikkatin içeride halkın yaşadığı sıkıntılardan başka yere çekilmesiçabaları olarak değerlendirdi. Bunun, buyurgan veya popülist yönetimlerin biralışkanlığı olduğu doğrudur. Ancak, gerçek bundan ibaret değildi. Çünkü, dışpolitika yalnızca iç politika malzemesi yapılmadı. Sert ve kısıtlayıcı yönetimanlayışının sürdürülebilirliğinin gereği olarak sürekli bir tehdit ve beka algısıyaratılması gerekti. Bunun için, ‘’içerideki hainler’’ ile ‘’dış mihraklar’’ yaftalanıpbirlikte hedefe oturtulmalıydı. Hoş, içeride yapılanlar nasılsa fazlasorgulatılmıyordu, ama uluslar arası düzlemde karşılık hemen gelebiliyordu. O zaman da kullanışlı başka bir sürtüşme konusu bulunuveriyordu.

Bir bütün olarak, bir türlü arkası kesilmeyen olağanüstülük ortamı yaratıldı. Busayede içeride halkın, başta geçim derdi olmak üzere, büyüyen zorluklarına çözümüretilmesi yerine bu sorunların yönetilmesi mümkün oldu.

Bu ortamı destekleyen faktörler arasında dış kriz algısının kritik rol oynadığınedense bir türlü anlaşılamadı. Örneğin Suriye, Körfez, Yunanistan, DoğuAkdeniz bahsinde Hükümet’in seçtiği -ve büyük bölümü geri tepen- yöntem vesöylemler sorgulanacağına, ‘’dik dur, arkandayız, gereğini yapsaydın’’ gibi popülist el yükseltmeler tercih edildi. Bu yolla hükümetin sıkıştırılacağı sanılırken,tersine hükümetin hareket tarzı onaylanmış oluyordu. PKK uzantılarıyla mücadeleüzerinde mutabakat doğaldı. Ancak niçin TBMM’de tezkereler görüşülür veoylanırken, hele İdlib’in teröristlerin barınağı haline geldiği ortamda ve oncaacıdan sonra, harekatın vecheleri ve Mehmetçiğin güvenliği (havadan korumadahil) gereğince sorgulanmadı, tavır konmadı? Eğer haksız ithamlara muhatapolunmaktan çekinildiyse, Silahlı Kuvvetlerimizin güvenliğimizi sağlamak üzereIrak’ın kuzeyinde derin bir şeritte konuşlanmasını da içeren tezkerenin 1 Mart 2003’te TBMM’de kabul edilmediği pekala hatırlanabilirdi.

Dilerim dış politikada alanı boş bırakma hatası artık ‘’photo finish’’e uzandığımızbu aylarda tekrarlanmaz. Rusya’yla yaşananın denge politikası değil, oraya doğruyönelim olduğu ıskalanmamalıdır. Avrupa merkezlerindeki ırkçı ve İslamofobikeylemler bizim gibi Müslüman çoğunluğa ya da herhangi bir oranda Müslümannüfusa sahip her ülkeyi ilgilendiriyor. Türkiye’nin hepsinin adına konuşmasınınanlamı da, hukuku da yoktur. Tahriklerin, bulunulan konjonktürde öncelikleTürkiye’nin sinirlerini kaşımak için yapıldığını varsaysak bile soğukkanlılığıbırakmamalıyız. Bu eylemlerin karşılıklı olarak birbirini güçlendiren bir sarmalyaratmayı amaçladığını unutmamalıyız. Bunların üzerinden ‘’Batı’’ düşmanlığınınkörüklenmesi, Türkiye’nin demokrasi ve hukukun üstünlüğünden kopuşunudesteklemek içindir. Türkiye’de kapalı zihniyetleri nedeniyle demokrasi veçağdaşlığa alerjisi olanlar ile kaybettiklerinden sonra kendilerine otokrasi altındayeni roller arayanlar ‘’habis, yabancı Batı’’ paydasında buluşmuş olabilirler. Ancak, ulusumuz gerekirse Batı’ya da rağmen çağdaş demokrasi ve hukukdevletini ihya edip yüceltecek kapasite ve ferasete sahiptir. Çok daha mütevazıkoşullarda, Atatürk bize bunu öğretti.

5 views0 comments

תגובות


bottom of page