top of page
  • Writer's pictureŞafak Göktürk

KADINLAR; KARANLIĞIN HEDEFİ, AYDINLIĞIN MERKEZİ

İran’da geçen hafta Mahsa Amini adındaki genç kadının, dini örtünme kurallarına yeterince uymadığı gerekçesiyle ‘’ahlak’’ polisinden aldığı darbeler sonucu ölümü, telefon kamerası kayıtları sayesinde gün yüzüne çıktı. Teokratik rejimlerin hizayı korumak adına uygulayageldikleri bu tür standart ve yaygın baskılar o ülkelerin hayat (ve ölüm) gerçeklerindendir. Bu kez İran halkı, kadınlarının öncülüğünde, vahşete başkaldırdı.

Kadının fiziki görünürlüğünün belirsizleştirilmesi saplantısı, hiyerarşik sosyal yapılarda kadının statüsünün alt basamağa bağlanmasının bir tezahürüdür. Kaynağını kamudan almayan bütün siyasi ve hukuk sistemleri, aksi iddia edilse de, iradesi yönetenlerinden menkul düzenlerdir. Hepsinde de kadınlar, farklı ölçü ve uygulamalar olsa da, erkeğin gerisinde yeralır. Hiyerarşik düzenlerde kadın erkekle asla eşit değildir.

Dinler sosyal boşluklara değil, sosyal yapıların içine doğmuşlardır. Anlatıları da, hayatı tanzim rolleri de doğumlarında mevcut olan ve onları izleyen toplumsal dinamikler üzerinden oluşmuştur. Dolayısıyla, tarihte bütün dinler yaşatıldıkları toplumlarda yönetimin ve düzenin dayanak ve ayrılmazı olmuşlarsa, bu, yönetenlerin meşruiyetlerini inanç süzgeciyle kurgulamalarının sonucudur. Güç sahipleri, kendilerini inancın temsilcisi, kendi varlıkları için korudukları düzeni de dinin gereği yapmışlardır. Semavi, tek tanrılı dinler için bu daha keskin bir gerçekliktir. Zira bu, gücün de tekelleşmesini kolaylaştırmıştır. Bu sayede, tertemiz düşüncelerle inananlar için yüksek ahlak ve iyilik öğretisi olan dinler, güç erki düzleminde bir tanzim ve hizalama aracı olabilmiştir.

Herkesin kutsalının birinin iktidarına dayanak oluşturmasının sorgulandığı aşamaya gelindiğinde ise, bu kurgu çökmüştür. Demokrasiye evrimle birlikte, gerek toplum ve bireyin statüsünde, gerek onların yönetenle bağ ve ilişkilerinde hukukun üstünlüğünün belirleyici zemini oluşturduğu aşamaya geçilmiştir. Bu bağlantıyı reddedenler, ister Suudi Arabistan gibi kesintisizlik ve geleneksellik iddiasında bulunsunlar, ister İran rejimi gibi halk üzerinden dolanarak kendi yönetim tekellerini perdelesinler, aslında kamu iradesinden kaçmaktadırlar.

Yirminci yüzyılın sığ bir totaliter ideolojisi olan İslamcılığın düşünsel merkezinde ‘’Batı’’yı toptancı red yer alır. Bu sayede İslamcılar, halk iradesinin galebe çalmasının ve hukukun üstünlüğünün bütün insanlık için geçerli sosyo-ekonomik, entellektüel, siyasi ve -bunların kümülatif uzantısı- normatif aşamayı ifade ettiğini de reddederler. Onlar için demokrasi, ‘’Hristiyan Batı’’nın yaşam tarzının yeni bir tezahüründen ibarettir (Çağımızın sıkılgan oryantalistlerinin kulakları çınlasın). Bununla amaçlanan, Yakın Asya tarım toplumlarının hiyerarşik evrimlerinden miras kalan din referanslı güç ve düzen algısının sorgulanmasının önüne geçilmesidir. İslamcıların ideolojik savlarından baskıcı uygulamalarına kadar uzanan her konuda birşeyler ‘’yapmak’’ değil, karşı tarafa ‘’yaptırmamak’’ dürtüsü de buradan kaynaklanmaktadır. Bu kısırlıkları da her geçen gün tahayyül dünyalarının griden daha koyusuna, oradan da siyaha dönüşmesine yolaçmaktadır. Çünkü, kendi zihinlerinin dışındaki dünya serpilmeye devam etmekte, çaresizlikleri bağnazlıklarını artırmaktadır. İslamcıların sözde dinsel otantizmi, dünya yüzeyinde başka referanslara dayalı otokrasilerle türdeşlik bağı kurmalarına engel de olmaz. Tersine, bu sempati varoluşsal bir dayanışma dürtüsüne delalet eder.

Kadınlar da bu acımasızlığın tam odağında yeralmaktadırlar. Kadınların statüsü, yeraldıkları toplumun düzeninin neye dayandığının belirgin bir göstergesidir. Kadınların durumuna bakarak, bir ülkede hukukun üstünlüğünün mü, yoksa hiyerarşik, dayatmacı bir rejimin mi hüküm sürdüğünü teşhis edebilirsiniz. Dahası, toplumların ilerleme düzey ve beklentisini de aynı göstergeye bakarak anlamanız kolaylaşır. Çünkü kadınlar, yalnızca toplumun yüzde ellisini oluşturmuyorlar. Aynı zamanda diğer yüzde ellinin kendi potansiyelini gerçekleştirme düzeyini belirliyorlar. Erkekler, kadınların olmadığı ya da az katılabildiği aktif alanda, eksik boyut ve rekabet içinde kaldıkları sürece, yaratıcılıkları ve verimlilikleri de buna bağlı olarak sınırlanır. Kendisini üstte tutmak için başkalarını aşağıya itmeye çalışanlar daha yüksek hedefleri asla göremezler. Kadınların geri planda tutulduğu toplumlarda vasatlığın yaygın olması büyük ölçüde bundandır. Kadınların eşitliği, erkeklerin gerçek potansiyellerine ulaşmalarının da bir ön koşuludur.

Teokratik rejimlerin ve İslamcıların gözünde bunlar tehlikeli şeylerdir. Onlar, kadına eşitlik nazarından bakmazlar. Hukukunu erkeğe bağlı sınırlamalarla tanımlarlar. Statüko ile kadının statüsü iç içedir. Kadının eşitsiz, geri planda ve görüntüsü sınırlanmış durumu rejimin varlığının ana sütunlarından biridir. Bu durum, modern çağda artık öyle bir aşamaya gelmiştir ki, kadının seyrek ve örtülü görüntüsü kuralın gereği olmanın ötesine geçmiş, rejimin zamandan bağımsız ‘’ulvi’’ niteliğinin fiziki kanıtı olarak görülmüştür. Kadının kapatılması, rejimin bir varoluş koşulu olmuştur. Bu sebepledir ki, şimdi İranlı kadınlar rejimin temeline vurmaktadırlar. Hızla bütün ülkeye yayılan halk gösterileri bu sayede kısa sürede örtünme baskısına direnişin sınırlarını aşmış, doğrudan rejimin merkezini hedef almaya başlamıştır. Örtülmesi istenen saç, mecazen değil, gerçekten bayraklaşmıştır.

İran’da yaşananların, Türkiye bakımından, içinde bulunduğu koşulların ışığında, anlamı büyüktür. Hukukun üstünlüğünün ayrılmaz unsuru olan laikliğin yok farzedildiği karar ve uygulamalar seriler halinde sürmektedir. Bundan kadınlar öncelikle nasibini almaktadır. Cezasızlık bağlamı, kadın cinayetlerini rekor seviyelere taşımıştır. İstanbul Sözleşmesi’nden, TBMM’nin yetkisi dışında, tek cümleyle çıkılabilmiştir. Belli ki evdeki baskının kamusal alanda da sesi azaltacağı düşünülmüştür. Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamak bile kriminalize edilebilmektedir. Kadınlarla erkeklerin doğal olarak birarada bulunduğu etkinlikler kaçamak gerekçelerle ya da gerekçesiz engellenmektedir. Kadınların kendi bedenlerinin sahibi olduklarını reddeden, giyimlerini dert eden eğilimlerin sosyal bağlam oluşturmasına çaba gösterilmektedir. Liste uzundur.

Doğal olarak, bütün bunların, iktidarın toplum kesimlerini tek tek sindirerek yalnızlaştırma çabasının parçaları olduğunu görmemiz gerekir. Ancak yine de, baltanın en ziyade taşa vurulduğu yerlerin başında kadın haklarının geldiği gözden kaçırılmamalıdır. Birileri zaman boyutunun etkilemediği bir evrende yaşadıklarını zannetse de, çağımızın en dinamik ve yırtıcı kesimini kadınlar oluşturmaktadır. Kanada’dan Afganistan’a, Uzak Asya ve Pasifik’ten Türkiye’ye, bu böyledir.

1960’lı yıllarda ilkokul çağında, 1992-94 arasında ise Büyükelçilik Müsteşarı olarak bulunduğum ve halkı ile derin kültürünü her zaman saygıyla andığiım İran, yaklaşık oniki yıl sonra Tunuslu Mohamed Bouazizi anını yaşamaktadır. Genel kanının aksine, hiçbir zaman geçici, mevsimsel (bakınız ‘’Arap Baharı’’ ve ardından gelen ‘’Kış’’ nitelendirmeleri) olarak görmediğim 2011 başkaldırıları, Arap dönüşüm sürecinin ilk aşamasıydı. Asırlık böigesel statükonun dış güçleri de içine çekerek çöküşü ve onu takip eden vahşet ve yıkım ise ikinci aşamasıydı. Süreç devam ediyor. Bunu ilk teşhis edenler arasında İran rejimi vardı. Hafızalar hele Türkiye’de zayıf olabiliyor. İran’ın Arap yurttaş uyanışına ilk tepkisi, Şah döneminden sonra ilk kez savaş gemilerini Süveyş’ten geçirerek Suriye’nin açığına demirletmek ve 2009’un ‘’Yeşil Hareket’’ liderlerini ev hapsinden cezaevine nakletmek olmuştu. Ne yapalım, korkulan er ya da geç başa gelebiliyor. Son bir haftada yayılan gösteriler yine vahşice bastırılabilir. Ancak bu kez ‘’Rubicon’’ iki taraf için de geçilmiş gibi görünüyor. Çatışma, doğrudan rejim üzerinden tanımlanıyor. İran’da yeni bir süreç başlıyor.

Herkesin, anlaşılır olarak, Ukrayna’ya ve Putin’in nükleer savaş imalarına odaklandığı bir aşamada, hemen güney jeopolitiğindeki istikrarsız denge ortamı politikacı ve habercilerin sürekli sıcak konusu olmayabilir. Ancak, bölgedeki insanların için için yanan ortamı ıskalama lüksü yoktur.

0 views0 comments

Comentarios


bottom of page